Zeynel Emre: "İktidar Sandıkta Yenemediği Rakibine Siyasi Darbe Yapmıştır"

19.12.2025

CHP Sözcüsü Zeynel Emre, “Cumhuriyet Halk Partisi milletimizin takdiri ve desteğiyle son yerel seçimde birinci parti olarak çıkmıştır ve halihazırda da Türkiye’de uzunca bir süredir birinci parti pozisyonunu korumaktadır. Biz sırtımızı milletimize dayıyoruz. İlk seçimde de yine sırtımızı milletimize dayayarak iktidar olacağımıza yürekten inanıyoruz. İktidar sandıkta yenemediği rakibini Trump’dan icazet alarak etkisiz hale getirmeye çalışmış ve bu yönüyle bir siyasi darbe yapmıştır. Bu gerçek gün gibi ortadadır” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Parti Sözcüsü Zeynel Emre, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Emre, Maraş Katliamı'nın yıldönümünden Genel Başkan Özgür Özel’in Brüksel temaslarına, emekli maaşlarından savunma sanayiindeki zafiyet iddialarına kadar pek çok konuda kapsamlı açıklamalarda bulundu.

Emre, şunları söyledi:


MARAŞ KATLİAMI’NIN 47. YILI: "GERÇEKLERLE YÜZLEŞİLMELİ"

Değerli arkadaşlar, kıymetli basın mensupları, ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün biliyorsunuz 19 Aralık Maraş katliamının yıldönümü. Maraş katliamında yaşamını yitiren vatandaşlarımızı bir kez daha rahmetle anıyoruz. Umuyoruz bu acılar bu topraklarda bir daha yaşanmaz. O günkü atmosferden, o kutuplaşma ortamından, düşmanlaştıran ortamdan, milleti birbirine kırdıran ortamdan ders çıkartılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu tip olayların sonuçlarıyla yüzleşmek, bütün sorunların ortaya çıkması, bütün gerçeklerin net bir şekilde konuşulması hem acıların hafifletilmesi, paylaşılması hem de gelecek açısından önemli olduğunun bir kez daha altını çizmek isterim.

CHP LİDERİ ÖZGÜR ÖZEL’İN BRÜKSEL TEMASLARI VE İKTİDARIN ELEŞTİRİLERİNE YANIT

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere Sayın Genel Başkanımız Brüksel’de düzenlenen Avrupa Sosyalist Partisi liderler toplantısına katıldı ve orada bir konuşma yaptı. Orada Türkiye’nin birinci partisinin ve Avrupa’nın en büyük sosyal demokrat partisinin Genel Başkanı olarak sosyal demokrat partilerin ve sosyal demokratların içinde bulunduğumuz dünya düzeninde özellikle yaşanan otoriterleşme, otokratlara karşı işbirliği yapması, dayanışma göstermesinin önemli olduğunu vurguladı. Ve Türkiye’de yaşanan 19 Mart darbesi sonrasında yaşanan hukuksuzluklar karşısında Türkiye’yi bir yönüyle güvenlik sibobu gibi görüp de yaşanan olayları görmezden gelen anlayışı da eleştirdi. Bunun üzerine iktidar çevrelerinden benzeri olaylarda gördüğümüz tepkilerin bir benzerini daha gördük. Neymiş efendim biz Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’yi yurtdışında şikâyet etmişiz. Efendim Avrupa’dan yardım istiyormuşuz. Tabii bu kendini bilmezlere bir kez daha buradan ifade etmek isteriz.

"İKTİDAR SANDIKTA YENEMEDİĞİ RAKİBİNE SİYASİ DARBE YAPMIŞTIR"

Birincisi; Cumhuriyet Halk Partisi cumhuriyetin kurucu iradesidir. Ülkemizin itibari ve menfaatini her platformda sonuna kadar savunur.

İkincisi; ülkemizde otoriter bir iktidar vardır ve seçilmiş siyasetçilerin, üniversite öğrencilerinin, gazetecilerin tutuklandığı bir süreci yaşıyoruz. Bununla birlikte partimize de yönelik sistemli bir kuşatma vardır. Dolayısıyla bu gerçeği her platformda haykırmaya devam edeceğiz.

Üçüncüsü; otoriter iktidarlara karşı sosyal demokratların bir arada durması ve dayanışması bir zorunluluktur. Cumhuriyet Halk Partisi otokratlara karşı demokratikleşme mücadelesinde tarihi bir sorumluluk üstenmektedir.

Dördüncüsü; Cumhuriyet Halk Partisi milletimizin takdiri ve desteğiyle son yerel seçimde birinci parti olarak çıkmıştır ve halihazırda da Türkiye’de uzunca bir süredir birinci parti pozisyonunu korumaktadır. Biz sırtımızı milletimize dayıyoruz. İlk seçimde de yine sırtımızı milletimize dayayarak iktidar olacağımıza yürekten inanıyoruz.

Son olarak da bir hususun daha altını çizmek isterim bu konuyla. Değerli arkadaşlar, iktidar sandıkta yenemediği rakibini Trump’dan icazet alarak etkisiz hale getirmeye çalışmış ve bu yönüyle bir siyasi darbe yapmıştır. Bu gerçek gün gibi ortadadır. Kaldı ki, ben bir anekdotu da hatırlatmak isterim değerli yurttaşlarımıza.

DIŞARIDA ‘ONE MİNUTE’, MASALARDA ‘NO ACTİON’; BİZDE O OLMAZ

Bakın, Bakın 2023 genel seçimlerinden sonra Tayyip Erdoğan Amerika Birleşik Devletlerine hitaben yapmış olduğu bir konuşmada, orada yapmış olduğu bir konuşmada şu değerlendirmeyi yapıyor. “Biz değil de muhalefet kazansaydı ülkemizdeki mültecileri geri gönderecekti. Biz mültecilere ev sahibi yapmaya devam edeceğiz” demiştir. Ve burada da partimizi Amerika Birleşik Devletleri’ne çok açıkça şikâyet etmiştir. Dolayısıyla kendi Genel Başkanlarına dönüp bakmadan partimize yönelik bu haksız eleştirileri de hiçbir yerde doğru bulmuyoruz. Kendilerine iade ediyoruz.

Ben sizlere bir hususu daha hatırlatmak istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler bu topraklarda ne söylüyorsak, ne doğruyu söylüyorsak ülkemizin menfaatlerini elbette gözeterek her yerde de aynı doğruları, aynı gerçekleri söylemek durumundayız. Burada söylediğimizi Edirne sınırını geçtikten sonra inkar edecek, başkasını söyleyecek değiliz. Biz bugün ülkede bir demokrasi sorunu, insan hakları sorunu var diyorsak, bir hukuk devleti sorunu var diyorsak Edirne'ye geçtikten sonra ülkemizde dört dörtlük bir hukuk vardır diyemeyiz. Böyle bir ikircikli tavrı kimse bizden beklemesin. Biz Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yıllardan beri yaptığı üzere yurtdışı ilişkileri içeride oy devşirmek, tahakküm etmek amacıyla kullanan bir siyasi parti değiliz. Olmayız.

Değerli arkadaşlar, bizden kimse şunu beklemesin. Dışarıda ‘one minute’, masalarda ‘no action’; bizde o olmaz arkadaşlar. Yine bizden seçim dönemleri sahte üretilen krizlerle oy devşirmeye çalışan bir anlayışı kimse göremez. Bizim gençlerimiz hani anayasa referandumu öncesinde hatırlarsanız suni bir tartışma yarattılar Hollanda'yla. Tuttular beyaz kefenli gençler sokaklarda portakal bıçaklıyordu. Böyle ikircikli, çirkin, ülkemize zarar veren bir tavrı Cumhuriyet Halk Partisinde asla kimse görmeyecektir. Bunun da altını çizelim.

EMEKLİLERİN DURUMU: "BU MAAŞ DEĞİL, ANCAK BİR YARDIMDIR"

Değerli arkadaşlarımız, ülkemizde çok ciddi problemler var. Biz en öncelikli olanları sürekli dile getiriyoruz. Bunlar içerisinde öyle bir başlık var ki emeklilerin durumu artık katlanamaz boyutlardadır. Bugün bir emekli 16 bin 881 TL maaş almaktadır. Buna maaş denmez. Bu olsa olsa bir yardım olarak nitelendirilebilir. Bizim açımızdan bir ülkenin itibarı nedir dediğimizde emeklisine verdiği kıymettir. Eğer bu ülkenin yurttaşları bin bir zorlukla yıllar boyu çalışmış, didinmiş, evlatlarını yetiştirmiş, belli bir yaşa gelmiş, emeklilik hakkını kazanmış ve ondan sonra da emekli olduktan sonra asgari şartlarda yaşayamıyorsa, ülkesini dolaşamıyorsa, torunlarına haçlık veremiyorsa orada çok büyük problem vardır değerli arkadaşlar. Geçtiğimiz haftalarda, geçtiğimiz günlerde bir röportajda gazetelere yansıdı. Bugün şurada hemen Ulus'ta günlüğü 200 TL’lik, 300 TL’lik apartlarda emekliler yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Odalarda tuvalet yok, banyo yok. Onlar içerisinde bulup da yani et yiyebilen şanslı durumda. Bu röportajları görüyoruz. Emeklimizin durumu bu halde. Adeta Türkiye'deki emeklinin durumu cezaevindekilerden daha kötü durumda. Çünkü hiç olmazsa orada tuvalet var, banyo var, üç öğün yemek var. Bugün emeklilerimiz ülkedeki Türk-İş’in açıkladığı rakamları düşündünüz zaman açlık sınırını, yoksulluk sınırını, tek bir kişinin asgari yaşam maliyetini 38 bin TL’nin üzerinde tüm bunları düşündüğünüz zaman emeklimizin durumu kabul edilir bir durum değildir. Görülüyor ki son seçimde de, 2024 yılında da emeklimiz benzer problemleri yaşıyordu ve ısrarla bu hükümet tarafından emekli görmezden gelindi. Zam yapılmadı. Görülüyor ki bugün onun intikamı alınıyor emekliden. Hala zam yapılmış değil. Sen bana oy vermiyor musun? O zaman git sürün. Ben de senin maaşına zam yapmıyorum anlayışını görüyoruz.

Bakın, Türkiye'deki emeklilerin yüzde 61,8'inin ikinci bir işte ya tam zamanlı veya yarı zamanlı çalıştığını görüyoruz. Araştırmalar bize bunu gösteriyor. Yine yüzde 69,6'sının ise bir yaşam kısıtı olacak şekilde rahatsızlığı bulunduğu tespit ediliyor. Dolayısıyla bu artık görmezden gelinemez bir durum göstermektedir bize ve bir an önce emeklilere yönelik düzenlemenin yapılması lazım. Bakın, bugün Beştepe'deki sarayla Ulustaki o apartlarda yaşayan emekliler arasında sadece birkaç kilometre var. Ama öyle bir iktidar var ki duymuyor, görmüyor, anlamıyor. Halktan kopmuş. Burada yaşanan sıkıntılardan habersiz. Saray ve çevresindeki insanların sadece seslerini duyuyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz elimizdeki imkanlar dahilinde her türlü desteği yapmaya devam edeceğiz.

Bakın, biliyorsunuz yerel iktidarın sahibiyiz. Bu anlamda idari ve yargısal açıdan bir kıskacın içerisindeyiz. Operasyonlarla karşı karşıyayız. Ancak buna karşın belediye başkanlarımız bu alanda sosyal yardımları esirgemiyor. Bugün Ekrem Başkanımızın öncülüğünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen emeklilere pazar desteği kapsamında 10 bin 76 emekliye 2024 yılı içerisinde 100 milyonun üzerinde ödeme yapıldı. Yine İBB kentsel dönüşüm mali destek paketiyle İstanbul'da oturup da riskli binalarda yaşayan emekliler açısından borçlanma bedelinin yüzde 65'ine kadar ödeme yaparak destek oluyoruz. Askıda fatura kampanyası ile yine binlerce emeklimize destek olduk. Önümüzdeki yıl da destek olacağız. Ve Ankara'da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Mansur Yavaş bu konuda yapmış olduğu çok önemli hizmetler var. İhtiyaç sahibi emeklilerimize aylık 1.500 TL'lik yardım. Bunun dışında kış aylarında doğalgaz desteği veriliyor. Ve yine Ankara Büyükşehir Belediyesi verilerine göre geçtiğimiz sene 77 bin 974 emeklimize toplamda 106 milyonun üzerinde ödeme yapılmış durumda. Dolayısıyla biz böylesine bir durumda Cumhuriyet Halk Partisi olarak emeklilerimizle dayanışmayı sonuna kadar göstereceğiz.

Tabii değerli arkadaşlar, 2024 yılını da Tayyip Bey ne hikmetse böylesine bir ortamda hep söylediğinin tersini yapan bir siyasi anlayış olarak emekli yılı ilan ettiğini bir kez daha da değerli yurttaşlarımıza hatırlatmak isterim.

TÜİK’İN "SEPET OYUNU" VE GELİR EŞİTSİZLİĞİ

Şimdi bir başka konumuz değerli arkadaşlar, TÜİK’in marifeti. Burada Ali Cengiz oyunları var. Biz diyoruz ki enflasyonun gerçek rakamını hesaplanacak veri setlerine baktığımızda daha gerçekçi, daha insanların, yurttaşların, asgari ücretlinin, memurun yaşamına dokunacak değer setlerinden, veri setlerinden oluşması lazım. Buna karşılık oralarda bağımsız kuruluşlar ve TÜİK'in rakamları arasında hep enflasyon rakamları üzerinde ciddi bir makas olduğunu ve ülkemizdeki memur zamlarının ve bir takım artışlarında TÜİK rakamlarına referans verilerek yapıldığını görüyoruz. Şimdi bu sepetteki geçtiğimiz günlerde TÜİK başkanı açıklamalarına baktığımızda şöyle bir detay gözümüze çarptı değerli arkadaşlar. 2026 Ocak'tan itibaren der ki başkan, gıdada giyim, ayakkabı, alkollü içkiler, sağlık gibi gruplarda değişiklik beklenmiyor. Ancak başta kira olmak üzere TÜFE içinde bazı ağırlıklar değişecekmiş.

Şimdi değerli arkadaşlar, eğer siz dar gelirlilerin en büyük harcama kalemi olan kiralar üzerinde ve bunların sepetteki ağırlığını azaltırsanız gerçek enflasyonun dışına çıkmış olursunuz. Ve burada da yurttaşlarımız daha fazla yoksullaşmış olur. Dolayısıyla biz daha önceki toplantılarda söyledik. Bu iktidar yoksulluğu bitirmek, azaltmaktan ziyade onu yönetme peşinde. Burada da bu yönetmeye yönelik bir hazırlık olduğunu görüyoruz. Bu düzen zenginleri daha fazla da büyütüyor değerli arkadaşlar. Şimdi siyaseten bunu açık okuyalım. Bu bir sınıfsal meseledir ve tercihtir. O nedenle eğer ki siz bu ülkedeki asgari ücretliyi, emekliyi, memuru enflasyon karşısında ezdirmeye, yoksullaştırmaya devam edecekseniz 2024 yılını nasıl ki emekliler yılı ilan ettiniz, bu rakamlarla manipüle ediyorsunuz. 2026 yılında buyurun sahtecilik yılı ilan edin. Ülkemizdeki bir önemli problemlerden biri de sadece gelirlerin azlığı değil. Burada esas mesele geçim krizinin yanında bir bölüşüm krizine de işaret ediyor. Şimdi Türkiye'deki zenginliğin tavana, verginin tabana yayılması bir büyük problem değerli arkadaşlar. Bunun düzeltilmesi lazım. Bakın, dünya eşitsizlik raporunda Türkiye ile ilgili şöyle bir tespit var. Deniyor ki Türkiye'de en üstte yer alan yüzde 10 gelirin yüzde 45,5'ini alıyor ve en alttaki de en alttaki yüzde 50'de payı yüzde 12 olarak gösterilmiş. En zengin yüzde 10'un ortalama geliri en alttaki yüzde 50'nin gelirinin 23 katı. Şimdi denilebilir ki dünyada da bu tür farklar var. Kısmen doğru. Ancak gelişmiş ülkelere baktığımızda bu farklar 7 - 8 katın, 9 katın o civarda bir artışın ötesinde değil. Eğer bu böyle 23 kat olmuşsa bu bir politikanın sonucudur ve ülkede hep söylediğimiz gibi AKP'nin birincilikleri olumsuz rakamlardır. Gelir eşitsizliğinde dünyadaki en öndeki ülkelerden biri olarak yer alıyoruz. Bu bir sınıfsal gerçek olarak duruyor. Dolayısıyla bunları şöyle bu tabloyu bir arada düşünelim değerli arkadaşlar. Asgari ücret, vergi, emekli aylığı, iş cinayetleri. Bunlar hepsi aynı fotoğrafın parçası. Çünkü serveti yukarıya taşıdıkça riski, yoksulluğu ve güvencesizlik aşağı doğru gidiyor değerli arkadaşlar. Bütün bu sıkıntıların yanında gerek bütçede, gerekse diğer yerlerde yaptığımız değerlendirmelerde bir hususun daha altını çizdik. Dedik ki ülkemizdeki alt tarafta yer alan vatandaşlarımız, o dilimde yer alan vatandaşlarımız bu kadar ezilirken ne kamu özel işbirliği projelerinden, ne oralarda yapılan işte yüksek ödemelerden, ne şehir hastanesine yapılan o kapsamda yapılan sözleşmeler ki Sayıştay birçoğunda fahiş ödemeleri tespit etmiş durumda. Buralara yönelik hiçbir düzenleme olmadığını görüyoruz değerli arkadaşlar. Yandaşlar zenginleşmeye devam ediyor Türkiye'de.

MEDYANIN YENİ PATRONU: TMSF

Kıymetli arkadaşlarımız, bir hususun, önemli bir konunun da altını çizmek istiyorum. Bugün demokrasilerde 4. kuvvet ne dediğimizde hepimiz deriz ki medyadır. Özgür basındır. Özgür televizyonlardır. Kimsenin endişe etmeden, korkmadan her şeyi yazıp çizebilmesidir. Çünkü bu iktidarı denetleyen önemli güçlerden biridir. Ama biz de son günlerde ve son yıllarda politika olarak öyle bir değişiklik oluştu ki bugün Türkiye'nin en büyük medya patronu kim dediğimizde aklınıza kim gelir değerli arkadaşlar? Ben size söyleyeyim. Bugün Türkiye'nin en büyük medya patronu TMSF olmuştur. Medya ve reklamcılık sektörünün yeni patronudur. Çünkü internet sitesine girin çok açık bir şekilde yazar. Bünyesinde 151 adet gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile özel radyo ve televizyon kuruluşları Maliye Bakanlığı tarafından satış amaçlı olarak TMSF'ye devredilmiştir. Bir konuyu hatırlatalım. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Türkiye'de bankacılık suçlarından kaynaklı kamu zararının önlenmesi ve giderilmesi amacıyla kurulmuş bir yapıdır. Bir devlet kuruluşudur. 2016 yılında gerçekleşen darbe girişiminden sonra o zaman adalet komisyonuna bir kanun teklifi getirdiler ve bankacılık suçlarına ilave terör suçlarından kaynaklı suçlarla alakalı da Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunu yetkilendirdiler. Ne o? Terör suçlaması varsa tüm mal varlığını yargılama olmadan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devrediliyor. Sonra değerli arkadaşlarım bunu bir daha genişlettiler. Bir düzenleme daha geldi. Bu sefer de örgütlü suç iddiası varsa kişiler daha yargılanmadan, mahkumiyet almadan, kesinleşmiş ceza almadan tüm mal varlığı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilebilir. Ve bugün de bizim yaşadığımız süreçler böyle süreçler. Buraya baktığımız zaman işin magazinsel boyutunu bir tarafa bırakın. Show TV'den Halk TV'ye kadar onlarca medya kuruluşu iktidarın tamamen kontrolüne geçmiş durumda ve halkın haber alma hakkını tamamen tekelleştiren bir süreci işliyoruz. Görüyoruz biz burada. 19 Mart darbesi sonrasında İBB soruşturmaları kapsamında el konulan şirketler vardı. Bunlar da açık hava reklamı işi yapan şirketlerdi ve Türkiye'deki açık hava reklam ve billboardların neredeyse yüzde 90'ı üzerinde bir kontrole sahipti. Değerli arkadaşlar bunlar da TMSF'nin kontrolüne geçti ve TMSF'nin kontrolüne geçtikten sonra gözlüyoruz ki işte İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin etkinlikleri, Sayın İmamoğlu'nun fotoğrafları bunlar indi. AK Parti'nin, Tayyip Erdoğan'ın onların yapmış olduğu etkinliklerin poster ve fotoğrafları asılmaya başlandı. Bu tam anlamıyla bir gasptır değerli arkadaşlar. Bu konu önümüzdeki günlerde de Türkiye'nin en önemli meselelerinden biri olmak durumundadır. Çünkü bu ülkedeki seçme seçilme hakkı kadar önemli bir hak da mülkiyet hakkıdır. Darbe dönemlerinde dahi tarihimizde mülkiyet hakkına dokunulmamıştır. Son dönemde bir kesinleşmiş mahkumiyet kararı olmadan ilgili kişilerin tüm malvarlığına el konuluyor ve kişiler tüm mal varlığını kullanamaz durumda oluyor. O gelirlerden mahrum kalıyor. Bu Türkiye'nin itibarı açısından da büyük bir tehlike, büyük bir yanlış ve Türkiye'ye gelecek olası yatırımcı açısından da büyük bir risk faktörü olarak görünmektedir.

İHA OLAYI VE HAVA SAHASI GÜVENLİĞİ

Kıymetli arkadaşlarımız, bizim içinde bulunduğumuz coğrafya itibariyle çok riskli, çok önemli, çok kritik süreçlerden geçiyoruz, görüyoruz. Tabii önce şunu ifade edelim. Geçtiğimiz günlerde bir İHA Türk hava sahasına girdi ve belli bir mesafe ilerledikten sonra da Türk Silahlı Kuvvetlerine ait F16'lar tarafından vurularak düşürüldü. Şimdi tabii bununla ilgili biz kendi incelememize, araştırmamıza, değerlendirmemize devam edeceğiz. Bizim bildiğimiz ve emin olduğumuz bir konu tabii şu. Türk Silahlı Kuvvetleri envanterindeki kabiliyetleri ölçüsünde o hava aracını Karadeniz'de düşürme imkanına sahiptir. Bunu kesin olarak biliyoruz. Elbette bunda bir kuşku yok. Bununla birlikte neden daha fazla gözlendiğinin, içerilere kadar girmesinin ve burada izlenerek müdahale edildiği konusunda daha kapsamlı açıklama yapılmasında yarar görüyoruz. Çünkü bu hem içerisi hem dışarısı açısından dikkatle takip edilen bir konu olduğunu söylememiz gerekir. Yine bizim sınır ötesinde özellikle Suriye kısmında dikkatle takip etmemiz gereken gelişmeler var. Hatırlarsanız biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak dedik ki temel bir ilkemiz var bizim. Cumhuriyetin temel bir düsturu var. Yurtta barış, dünyada barış. Mümkün olduğunca ülkelerin iç işlerine ilişkin değerlendirmeden uzak, kendi sınırlarımızın muhafazasını alan bir anlayışla yaklaşalım. Evet, dünyada çok sayıda kötü yönetimin olduğu, diktatörlüğün var olduğu yönetimler var. Hala da var. Keza önceki Suriye yönetimi de diktatörlükle yönetiliyordu. Bugün geldiğimiz noktada Suriye iç savaşı ve sonrasında yönetim değişikliğinden mütevellit Türkiye'de milyonlarca mülteci var. En son Kasım ayına baktığımızda yaklaşık 2 milyon 400 binin üzerinde bir rakama işaret ediyor İçişleri Bakanlığı. Bunun üzerinde rakamlar olduğuna yönelik tespitlerde var. Bu tabii sadece Suriyeli mülteci sayısı. Harcanan milyarlarca dolar para var. En nihayetindeki Suriye'nin şu anki durumu bizim iç meselemiz kadar önemli. Çünkü oradaki bir devlet organizasyonunun, bir demokratik devletin, bir hukuk devletinin varlığı, kapsayıcı devletin, üniter devletin varlığı bizim için önemli ve buradaki mültecilerinde onurlu bir dönüşle kendi ülkelerine dönmesi Türkiye'nin geleceği açısından, demokratik yapısı açısından kritik önem taşıyor. Dolayısıyla biz bu açıdan ciddiyetle takip ediyoruz. Ancak son günlerde gerek Dışişleri Bakanlığı'nın açıklaması, Sayın Fidan'ın açıklaması, gerek oradaki gelişmeler burada bir üniter devlet konusunda bir yapılanmadan ziyade daha çok federatif yapılanmalara yönelik bir gelişmenin görüldüğünü gözlemliyoruz. Ve orada şunu da söyleyelim. Yani bizim oradaki bakış açımız Washington'dan, Trump'tan esen rüzgara göre olmamalı. Orada Trump yönetiminin öncelik verdiği gruplara göre Türkiye pozisyon almamalı. Türkiye'nin ciddi güvenlik riskleri vardır. Suriye'nin içinde bulunduğu yapı itibariyle gerek Türkmenlerin varlığı, gerek Kürt nüfusu, gerek Alevilerin varlığı, gerek Dürzilerin nüfusu bakıldığında bölgesel anlamda dışarıya taşmaya elverişli bir nüfus yapısı vardır. Ve orayla ciddi akrabalık ilişkisi olan yurttaşlarımız var. Dolayısıyla biz bu süreci de dikkatle takip ediyoruz ve burada baktığımız zaman gerek oradaki SDG'nin gerek Amerika Birleşik Devletleri'nin kurduğu diyalog, Şam yönetimiyle yürüttükleri müzakereler. Ve bugüne kadar bize söylenen iç politikada söylenen ve Türkiye'nin tezleri orada gerçekleşecek ve Türkiye orada çok nüfuz sahibi söyleminin dışına doğru giden gelişmeler olduğunu gözlemliyoruz. Biz bu kısmı şimdilik burada bırakalım ama bu konunun öneminin altını çizelim. Bu konuyu takip ediyoruz. Bu konuyla ilgili sonraki toplantılarda da etraflıca açıklamalar yapmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlar.

SURİYE VE GAZZE POLİTİKASI

Bir gelişme daha yine Ortadoğu'da. Biliyorsunuz Gazze'de büyük bir insanlık dramı yaşandı ve oradaki değerli arkadaşlarım, değerli basın emekçileri yani bir ateşkesten bahsediliyor ama bunun da kağıt üzerinde olduğunu, ölümün gerçekte bulunduğunu gözlüyoruz. 10 Ekim'den bu yana yani ateşkesten itibaren ölen Gazzeli sayısı 386. Çocukların, kadınların içinde olduğu bir sayıdan bahsediyoruz. Yaralı sayısı da 1000'i geçtiğini gözlemliyoruz. 7 Ekim 2023'ten bir yana toplam rakamı düşündüğümüz zaman da can kaybının 70 bin 654, yaralı sayısının da 171 bin 95 olduğunu gözlüyoruz. Dolayısıyla buralarda da maalesef bombardımanlar devam ediyor. Oradaki tabii tarihi zafer diye sunuldu. İçeride böyle anlatıldı. Belki o gün algısı için bunlar yapıldı. Kalıcı ateşkes dendi ama yani kalıcı olanın ne olduğunu görüyoruz. Orada ölümler devam ediyor. İşgaldi, kıtlıktı çocuk ölümlerinin devam ettiği bir dramı gözlüyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak orada kesinlikle Gazzelilerin, Gazze halkının yanında olduğumuzu, dayanışma gösterdiğimizi bir kez daha ifade edelim. Trump'ın, İsrail'in Gazze’yi yutma planına karşı daha etraflı, daha dikkatli, daha önemli desteklerin verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bütün Ortadoğu'daki gelişmeler ve açıklamalar uzunca bir süredir AKP iktidarı ve Amerika Birleşik Devletleri, Trump yönetimi ve İsrail'in birlikte hareket ettikleri yönündeki izlenim devam etmektedir. Gazze'deki gelişmeler ve Trump'ın orayı ben bir tatil beldesi yapmayı düşünüyorum şeklindeki açıklamaları da orta yerde duruyor değerli arkadaşlar. Şimdi ülkemizde bu kadar ciddi meseleler varken herkesin çok dikkatli konuşması gereken bir ortamda tabii çarpıcı bir meseleyi daha dikkatinize sunmak istiyorum. Şimdi baktığınız zaman kağıt üzerinde hiçbir görevi olmayan Bilal Erdoğan'ın Gazze meselesi ile ilgili açıklamalar yaptığını görüyoruz. Diyor ki yani diyor liderimiz Erdoğan daha güçlü olsaydı bu soykırım olmazdı. İçerideki fitneler yüzünden gücümüz azaldı. Tabii şüphesiz çok derinlikli bir analiz. Bunu nasıl yorumlayacağımızı bilemiyoruz ama bir yönüyle kendi babasının yeterince güçlü olmadığını ve acziyetini itiraf etmiş. Bir açıdan baktığımızda babasının bir acziyetine işaret ediyor. İkinci noktada Gazze'deki bu felaketi iç siyasete bağlamak, toplumu işte fitneydi, kaypaktı, hain diye bölmek, etiketlemek ahlaki de değildir. Memleketin hayrına da değildir. Ben bugüne kadar Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy vermiş vatandaşlara, orada siyaset yapanlara, bakanlık yapanlara, Cumhurbaşkanı yardımcılığı yapanlara, Milli Güvenlik Kurulu üyelerine hiçbir resmi vasfı olmayan kişinin kendisini sizlerden daha üste bir şekilde konumlandırmasını, böyle davranmasını, böyle konuşmasını içinize sindiriyor musunuz? Bunu bir düşünmelerini, bunu bir tartmalarını, değerlendirmelerini isteriz. Çünkü burada anlaşılıyor ki Türkiye'nin, cumhuriyetin kurucu unsuru ne o eşitlik, fırsat eşitliği ve bugün bir yurttaşın ağrının bir köyünde doğan bir çocuğun, İstanbul'daki kalantor bir ailenin, Ankara'daki sırtı güçlü bir siyasetçinin evladıyla eşit şartlarda yarıştığı bir Türkiye gerçeği. Cumhuriyetin temel hayali ve hedefi ne dediğimizde aslında budur. Özünde temel niteliklerinden biri budur. Buralara yönelik aşınmanın gün ve gün devam ettiğini, hele hele de böyle babadan oğlu acaba geçer mi diye iktidarın hevesleri olduğunu gözlüyoruz. Buna Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, yurttaşlarımız katiyen izin vermez. Cumhuriyet Halk Partisi izin vermez. İlk seçimde biz milletimizle birlikte gerçek anlamda halkın iktidarını kuracağız. Bunu buradan bir kez daha söyleyelim ve Suriye'deki, Gazze’deki meselelerle birlikte bir hususu daha hatırlatmak isteriz. Uzunca bir süre İsrail'le ticareti kesmeyen bir iktidar var. Kestik dedikten sonra da üçüncü ülkeler üzerinden yürütülen bir ticaret olduğu iddiaları var. Bunlara karşı böyle elle tutulur cevaplar verildiğini de görmüyoruz. Şimdi siz Bogota'da imza bile atamamışsınız ama burada bol bol nutuk atıyorsunuz. Hani demin dedim ya işte kürsüde one minute , masada no action. Gerçek anlama baktığımızda dış politikadaki bu dublaj siyasetinin ülkemize hiçbir faydası yoktur.

Değerli arkadaşlarım bakın, içeride kural yoksa dışarıda itibar olmaz. Çünkü devlet dediğiniz şey kurallar bütünüdür, kurumlar bütünüdür. Biz bu tabloyu değiştirmek için geliyoruz. Bizim rotamız, pusulamız hukuk, haritamız anayasa, yakıtımız da millet iradesidir. Bunun dışında hiçbir gücü de tanımayız.

SAVUNMA SANAYİİ VE S-400 TARTIŞMALARI

Değerli arkadaşlar, bizim sınırlarımızın hemen yakınında bir gelişme daha var. Uzunca bir süredir devam eden Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş 4 yılda çok ciddi kayıplar verildi ve bugün gelinen noktada aslında deminden beri birçok toplantıda dile getirdiğimiz o iki kutuplu dünya düzeninde Avrupa'yı da hiçe sayan, dünyadaki diğer ülkeleri de hiçe sayan, Rusya Amerika arasında yürüyen bir döneme işaret ediyor. Düşünebiliyor musunuz? Bir devlet 4 yıldır savaşıyor. Topraklarında işgal var ve o devletin geleceği ile ilgili kurulan masada o devlet yok. Amerika'yla Rusya oturup bu konudaki barış planını hazırlıyorlar. Yani uluslararası zeminde konuşulan bir şey var. Masada olmayan menüde olur diye. Buradan çıkartılacak ibretlik dersler var. Tabii Ukrayna'nın geleceği, toprakların bütünlüğü, buralara yönelik işte bazı topraklarını kaybetmesi, anayasasına ömür boyu NATO'ya girmeyeceğine yönelik taahhütler, başka taahhütlerin istenmesi, egemenlik hakkına ciddi müdahale, oralardaki nadir elementler üzerindeki emperyal hesapların güçlü bir şekilde ilerlediğini görüyoruz. Biz burada şunu söyleyebiliriz. Buna uluslararası literatürde donmuş çatışma tuzağı denir. Yani öyle şartlarda çatışma evet olur ama o bir savaşın donmuş halidir. O anlaşmazlık günün sonunda yine bir yerde savaşı patlak verdirir. Dolayısıyla biz ortadaki bu çarpıcı tabloyu gördükten sonra şunun bir kez daha altını çizelim. Biz ne Rusya'nın, ne Amerika Birleşik Devletleri'nin, ne de Trump'ın, hele hele Trump yönetiminin neo polonyal hesaplarına göre hareket edecek bir devlet değiliz. Bağımsız bir devletiz. Bizim sözümüzün güçlenmesi için yapmamız gerekenler var. Almamız gereken dersler var. Çünkü sizin dış politikada bağımsızlığınızın ve sözünüzün güçlü bir şekilde geçmesi için olmazsa olmazlarınız olmalı. Bunlardan bir tanesi sizin kendi kendinize, enerjide, ekonomide asimetrik bağımlılığa mahkum bir ülkenin problem yaşayacağını görmeniz lazım. Kendi kendinize buralardaki ihtiyaçları tolere edebilmeniz lazım. Stratejik özellik iddiasında bulunabiliyorsanız yine nükleer kapasite konusunda kimseye bağlı kalmamanız lazım.

Bir başka konu da ikinci olarak, siz eğer izlediğiniz politikanın kendi içinizde bir meşruiyeti yoksa, hukuk devletine oturmuyorsa, hele hele Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tartışılıp, konuşulup bir politikaya bağlanmıyorsa onun da meşruiyeti açısından problem yaşarsınız. Güven verici olarak problemli görülürsünüz. Dolayısıyla biz diyoruz ki stratejik anlaşmalar, enerji projeleri, finansal mutabakatlar Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin değerli arkadaşlarım önüne dahi gelmiyor. Önüne gelse de en fazla bilgi notu seviyesinde ilerliyor. Dış politikanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gözetimi ve denetimi altında bütün partilerin katılımıyla şeffaf bir şekilde ilerlemesi Türkiye'nin önemli meselelerinden biridir. Ve tabii şunun da altını çiziyoruz. Biz diyoruz ki yani şüphesiz bütün dünya ülkeleri dostluk kurmak, ilişkiler geliştirmek, ticari anlaşmalar yapmak, bütün bunlar önemli. Bunun yanında bu coğrafyada caydırıcı bir savunma gücünüze de ihtiyaç var. Dolayısıyla bu amaçla ülkemizde kurulan çok önemli kuruluşlar var. Nedir o? Mesela Makine Kimya Enstitüsü 1950 yılında kuruldu. ASELSAN'ın kuruluşu 1975'tir. TUSAŞ 1973 kuruluşludur. HAVELSAN 1982, ROKETSAN 1988 yılında kurulmuştur. Bütün bunlar güçlü ordu bağımsız dış politika anlayışının ürünüdür. Hani bütün bunları böyle bir siyasi partinin hele hele böyle bir ailenin tekelinde gibi savunmak Türkiye'nin yararına değildir. Tutarlı dış politika. Buralarda attığınız adımların maliyetini düşünerek dış politika izlemek durumundasınız. Biz geçmiş dönemlerde dedik ki önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği. Ama siz bakın S400 anlaşması yapıyorsunuz. 2017 yılında oluyor bu. 9. seneye giriyoruz. Bunu kurabilecek misiniz? Bunun karşısında çeşitli ambargolarla karşılaştığınızda ne gibi çözümleriniz var? Milyar dolarlık anlaşmalar yapıyorsunuz. Buralarda dikkat edilirse popülist söylemlerle o günler geçiştirildi. Ancak bunun sonucunda Türkiye ne kazandı, ne kaybetti? Ne kazandı değerli arkadaşlar? Biz şu anda S400'ü kurmuş değiliz. Ne kazandı? Bu süre içerisinde F35 programından çıkarıldı Türkiye. Parasını vermesine rağmen bir kısmının çıkartıldı. Daha önce parasını ödediği uçakları alamadı. Bu başka bizim gerçeğimiz mi? Gerçeğimiz. Hava kuvvetleri modernizasyonunda gecikme yaşandı. Tayyip Erdoğan döneminden önceki 25 yılda envantere yaklaşık 400 uçak alınabildi. Bu 23 yıllık dönemde envantere kaydolan uçak sayısı 30'da kaldı. Şimdi bunların sorgulanması lazım. Çünkü bu tablo Cumhuriyet Halk Partisi'nin eseri değil. Kişisel ilişkilerle yürütülen dış politikanın sonucu. Şimdi de bakın deniyor ki S400 iade iddiaları. Şimdi S400'ün artık ben bunu kurmayacağım, ben bunu kullanmayacağım şeklindeki bir argümanı kabul etmiyor. Diyor ki bu topraklarda bulunmayacak F35'e dönmek için. Ciddi bir para maliyeti var burada değil mi? Peki bu ön şartlar sadece sahip olmamak zorunda olduğunu söylüyorlar. Peki devam ediyor değerli arkadaşlar. Bunu yaptıktan sonra da diğer konulardaki problemleriniz çözülüyor gibi düşünmeyin. Çünkü bu kadar basit değil. Çünkü Beyaz Saray'dan bir de ABD Kongresi'nin almış olduğu karar var. Bakın sayı numarası vereyim. Kongrede FY 20-26 çerçevesinde tartışılan metinlerde teklif eden düzenlemede ne diyor? Türkiye F35 transferi için şartlar. Bir değişiklik metni. Deniyor ki Türkiye’ye F35 satışı için Türkiye'nin Hamas'a maddi destek vermediğini, İsrail'e yönelik askeri tehdit oluşturmadığını ve Rusya, Çin, İran gibi aktöre İHA teknolojisi konusunda işbirliği yapmadığını belgelemesi şart diyor. Yani S400 şartı yetmiyormuş gibi değerli arkadaşlar bu sefer de Hamas İsrail sertifikası masaya konuyor. Kassa yaptırımları bu işin başka bir şeyi. Bakın kanun motorunun alınması. Dışişleri bakanı açıkladı. Burada ambargo nedeniyle problem yaşıyoruz. Yani seri üretim takvimi var ama motor yok. Motorun alınması için ambargonun kalkması lazım. Bu yönüyle baktığımız zaman biz ciddi anlamda maliyetlerle karşılaştık Türkiye olarak ve dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi olarak savunmada da günü kurtulan pazarlıklarla değil, şeffaf, denetime açık, meclisin gözetiminde bir süreç yürütülmesini istiyoruz. Bizim anlayışımıza göre bu millet çok daha iyisini hak ediyor. Türk milleti büyük bir millet. Reva görülen muameleyi biz doğru bulmuyoruz. Önümüzdeki dönem halkımızla birlikte daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir geleceği hep birlikte inşa edeceğiz. Bunun planlamasını, bunun çalışmasını her alanda da yapmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlar.